Kahraman TV
2022-04-08 20:35:49

MALIN TEMİZLİĞİ NEFSİN KURTULUŞU

Mustafa TEKİN

08 Nisan 2022, 20:35

Eğer bir toplumda kazanarak infak edenler çoğalırsa, dilenenler de azalır. Ancak infak edenler bulunmazsa, bu sefer yoksulluk artar ve dilenenler çoğalır. Bunu net olarak söyleyebilirim ki; bugün eğer sokaklarımızda dilenciler dolaşıyorsa bu bizim toplumsal ayıbımızdır. Bu ayıbı hep birlikte izole etmek için çalışmak, plan yapmak ve çözüm üretmek zorundayız.

MALIN TEMİZLİĞİ NEFSİN KURTULUŞU

Cenab-ı Hak, sözün en güzelini söylemeyi ve en güzeline uymayı bizlere nasip eylesin. Yüce Allah şöyle buyuruyor:

الَّذِينَ يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ أَحْسَنَهُ أُوْلَئِكَ الَّذِينَ هَدَاهُمُ اللَّهُ وَأُولَئِكَ هُمْ أُوْلُوا الأَلْبَابِ

“Dinleyip de, sözün en güzeline uyan kullarımı müjdele. İşte Allah'ın doğru yola eriştirdiği kimseler onlardır. İşte onlar gerçek akıl sahipleridir.”[1]

Bu ayette Yüce Allah bize önemli bir mesaj veriyor ve diyor ki: “Benim sevdiğim kullar ve hakiki müminler, söz dinler, nasihat dinler ancak bunların içinden en güzelini alır ve en güzel şekilde bunları tatbik ederler. Başka bir ifadeyle “benim kullarım, sözün en güzelini araştırır, bulur ve davranışın en güzelini yapmaya azami derecede önem verirler.” İşte bundan dolayı bizler, dualarımızda her zaman sözün en güzelini söylemeyi ve en güzeline uymayı bahşetmesi için Yüce Rabbimize niyazda bulunuruz.

Hepimiz bir imtihan dünyasındayız. Farklı zamanlarda ve şekillerde varlık veya yoklukla imtihan oluyoruz. Önemli olan bize verilen zaman, mekân ve imkânları tartışma konusu yapmak, yarıştırmak veya bunlarla övünmek değil; onları en güzel şekilde Rabbimizin rızasına uygun değerlendirmektir. Müslümanlar olarak Allah-u Teâlâ’dan gelen her imtihanı bir Yunus edasıyla şöyle karşılamalı ve Rabbimizin rızasını kazanmaya odaklanmalıyız:

İster ağlat ister güldür, İster yaşat ister öldür;

Derviş Yunus sana kuldur, Kahrında hoş lütfunda hoş

Hz. Rasulullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor:

بُنِيَ الإِسْلَامُ عَلَى خَمْسٍ: شَهَادَةِ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِ، وَإِقَامِ الصَّلَاةِ، وَإِيتَاءِ الزَّكَاةِ، وَالحَجِّ، وَصَوْمِ رَمَضَانَ

“İslâm beş esas üzerine kurulmuştur: Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacca gitmek ve Ramazan orucunu tutmak.”[2]

Hadis-i Şerif’te kelime-i şehâdetten hemen sonra zikredilen namaz kılmak şartı, dinin direği kabul edilmekle birlikte bu beş esas, her müslümanın asli bir vazifesi olup hem dinin hem de birey ve toplumun korunması ve idamesi için büyük önem arz etmektedir.

Bu yazımızda zekât ibadeti üzerinde duracağız. Kur’an-ı Kerim’de namaz ile zekât toplam otuz sekiz (38) yerde beraber zikredilmektedir. Yani her müslümanın farz-ı ayn olarak beş vakit kılmak zorunda olduğu namaz ibadeti gibi zekât ibadeti de, şartları yerinde olan her müslüman için farz-ı ayndır. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَنفِقُواْ مِمَّا رَزَقْنَاكُم

“Ey iman edenler! Hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı kıyamet günü gelmeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayın. İnkâr edenler ise zalimlerin ta kendileridir.”[3] Bu ayeti dikkatli okuduğumuzda sahip olduğumuz bütün nimetlerin “Cenab-ı Hak tarafından bize verildiğini” anlıyoruz. Yani malın, mülkün ve bütün kâinatın yegâne sahibi Yüce Allah’tır. Biz ise sadece birer emanetçiyiz. Dolayısıyla Yüce rabbimizin bize verdiği bunca mal ve mülkten zekât olarak fakir ve muhtaçlara vermemizi istiyorsa -ki istiyor- bunu rastgele değil de bizim yiyebileceğimiz en güzel yiyeceklerden, kullanabileceğimiz en kaliteli eşyadan ve en kıymetli maldan vermeliyiz.

Zekât, sözlükte temizleme, arınma, artma, gelişme ve olgunlaşma gibi manalara gelmektedir. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

قَدْ أَفْلَحَ مَن زَكَّاهَا وَقَدْ خَابَ مَن دَسَّاهَا

“Nefsini arındırıp temizleyen kurtulmuştur. Onu kirleten onu yere gömen ise mahvolmuştur.”[4] Yani buradaki arındıran anlamındaki “zekkâhâ” sözcüğüyle zekât sözcüğü aynı kökten gelmektedir. Dolayısıyla zekât ibadeti, başlangıcından sona kadar tam anlamıyla bir temizlik eylemidir. Her şeyden önce kişinin nefsini temizlemesi, daha sonra düşüncesini, bakış açısını, malını ve mülkünü temizlemesi gerekmektedir.

Zekât verdiğimiz zaman kendi düşüncemizi ve bakış açımızı temizlediğimiz gibi karşımızdaki insanın da bize karşı düşüncesini ve bakış açısını temizlemiş, düzeltmiş ve güzelleştirmiş oluyoruz. Yani zekât, İslam kardeşliğinin pekişmesine ve zengin ile fakir arasındaki sevgi ve merhametin gelişmesine ve artmasına vesile olan bir ibadettir. Çünkü yaşadığımız dünyada aşırı mal biriktirme ve servet edinme sevgisi gitgide artmaktadır. Bunun altında hiç şüphesiz hırs yatmaktadır. İstenmeyen bu durum, maalesef ve sosyal bir olgu haline gelmiştir. Ancak iyi veya kötü kabul edilen herhangi bir davranışın muhakkak bir veya birden fazla sebebi bulunmaktadır. Alanında uzman sosyologlar, psikologlar ve din gönüllüleri tarafından bu sebeplerin temeline inilmesi ve araştırılması büyük bir önem arz etmektedir.

Burada bütün müslüman zenginlere bir çağrı yapmak istiyoruz: Ey zenginler, ey hali vakti yerinde olanlar, siz malınızın zekâtını verirseniz, fakir fukarayı gözetirseniz onların sizin servetinize bakışları değişecek, size karşı olan duygularını temizleyeceksiniz. Böyle davranmanız halinde malınızı da temizlemiş, bereketlendirmiş, artırmış, hem insanların hem de meleklerin hayır duasını, sevgi ve saygısını kazanmış olacaksınız. Ancak Yüce Allah’ın size verdiği şeylerden cimrilik yaparsanız, insanların sizin hakkınızda ilk düşüncesi olumsuz olacak, size karşı sevgi ve saygısı kalmayacak ve dedikodu gibi birçok sosyal hastalıklara sebebiyet vereceksiniz.

Mal sevgisine kapılıp karunlaşmanın hiç kimseye faydasının olmadığını bilmek ve anlamak durumundayız. Onun için yüce dinimizin bir gereği olarak mallarımızdan Allah yolunda harcamalı; yani başka bir ifadeyle infak etmeliyiz. İnfak, Allah yolunda ve Allah için yapılan harcamanın genel adıdır; zekât ise dinen zenginlik ölçüsü kabul edilen miktarda (nisap) mala sahip olan kimselerin Allah rızası için muayyen kişilere vermesi gereken belli miktarı ifade eder. Yüce Allah şöyle buyuruyor:

أَنفِقُواْ مِمَّا رَزَقْنَاكُم مِّن قَبْلِ أَن يَأْتِيَ يَوْمٌ لاَّ بَيْعٌ فِيهِ وَلاَ خُلَّةٌ وَلاَ شَفَاعَةٌ وَالْكَافِرُونَ هُمُ الظَّالِمُونَ

“Ey iman edenler! Hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı kıyamet günü gelmeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayın. İnkâr edenler ise zalimlerin ta kendileridir.”[5] Bu ayette yüce Rabbimiz, ahireti kazanmanın tek mekânının ve alanının dünya olduğunu bildiriyor ve henüz bu dünyadayken alışverişimizi, yardımlaşmamızı ve kardeşliğimizi O’nun rızası doğrultusunda geliştirmemizi talep ediyor. Çünkü bugün (dünyada) yalnızca amel var, hesap yok; yarın (ahirette) yalnızca hesap var, amel yok.

İslam’da kardeşlik diye ifade edilen en güzel şekilde sosyal yardımlaşma, dayanışma, kaynaşma, dertleşme ve de sevinci ve kederi paylaşma vardır. Bakınız efendimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor:

وَالَّذِى نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ لاَ يُؤْمِنُ أَحَدُكُمْ حَتَّى يُحِبَّ لِأَخِيهِ مَا يُحِبُّ لِنَفْسِهِ مِنَ الْخَيْرِ

“Sizden biriniz kendisi için sevdiğini kardeşi için de sevmedikçe gerçek anlamda iman etmiş olamaz.”[6] Bir İslam toplumunda bireyler, kardeşlerinin dertleri ve problemleri ile ilgilenmiyor, hüzünlerine ve sevinçlerine ortak olmuyor, onların ihtiyacını ve sıkıntısını gidermek için gayret sarf etmiyorlarsa o bireyler, Hz. Peygamber Efendimizin;

من لم يهتمَّ بأمر المسلمين فليس منهم

“Müslümanların derdiyle dertlenmeyen, bizden değildir”[7] buyruğu gereği o güzide toplumun asli unsuru olamazlar. Yani İslam’da “benim karnım doysun da isterse bütün âlem açlıktan kırılsın” şeklinde bir düşünce olamaz. Bunun gibi “başkası kazansın ben yiyeyim” düşüncesi de yoktur. Dolayısıyla hiçbir ayette veya hiçbir hadisi şerifte “zekât alınız, sadaka alınız” şeklinde bir ifadeye rastlayamazsınız. İlahi buyruk genelde “veriniz, infak ediniz” şeklinde gelmektedir.

Enes bin Malik’ten şöyle rivayet edilmiştir: “Bir gün Hz. Rasulullah (s.a.v)’in huzuruna Ensar’dan birisi geldi ve bir şey istedi. Rasulullah ona sordu: “Evinde bir şey yok mu?” Adam “Evet ya Rasulallah, bir sergenimiz var. Bir tarafını altımıza seriyoruz, diğer tarafıyla da örtünüyoruz. Bir de su kabımız var, onunla da su içiyoruz” dedi. Rasulullah ona “Öyleyse hemen kalk, sergeni ve su kabını bana getir” dedi. O kişi gitti, sergeni ve su kabını getirdi. Peygamberimiz bunları eline aldı ve orada hazır bulunanlara göstererek, “Şu iki eşyayı satın alacak kimse var mı?” diye sordu. Oradakilerden birisi, “Ben her ikisine de bir dirhem veririm” dedi. Rasulullah iki-üç defa, “Bir dirhemden fazla veren yok mu?” diye tekrarladı. Daha sonra başka birisi, “Ben iki dirheme alırım” dedi. Rasulullah sergeni ve su kabını o zata sattı. İki dirhemi alarak eşya sahibine verdi ve şöyle buyurdu: “Bu paranın bir dirhemi ile yiyecek al, ailene bırak. Bir dirhemiyle de bir balta al, bana getir!” Bunun üzerine adam gitti, bir balta aldı ve geldi. Peygamberimiz baltaya kendi eliyle bir sap taktı. Sonra da o adama verdi ve: “Al bunu, git odun kes, topla, sat. Seni on beş gün görmeyeceğim” buyurdu. O adam gitti, odun kesti, topladı ve sattı. Daha sonra Peygamberimizin huzuruna geldi, 15 dirhem kazanmıştı. Bir kısmıyla giyecek, bir kısmıyla da yiyecek almıştı. Peygamberimiz bunun üzerine

“Kıyamet gününde, dilencilikten dolayı yüzünde siyah bir nokta olarak gelmektense, şu halin ondan daha hayırlıdır” buyurdu.[8]

Dolayısıyla Kuran ve Sünnette “zekât verin, sadaka verin, infak edin” buyrulurken, hiçbir müslümanın el açıp dilenmesi, istemesi, muhtaç duruma düşmesi caiz görülmemektedir. Eğer bir toplumda kazanarak infak edenler çoğalırsa, dilenenler de azalır. Ancak infak edenler bulunmazsa, bu sefer yoksulluk artar ve dilenenler çoğalır. Bunu net olarak söyleyebilirim ki; bugün eğer sokaklarımızda dilenciler dolaşıyorsa bu bizim toplumsal ayıbımızdır. Bu ayıbı hep birlikte izole etmek için çalışmak, plan yapmak ve çözüm üretmek zorundayız.

Şanlı tarihimizi karıştırdığımda büyük bir infak medeniyetine sahip olduğumuzu net bir şekilde olarak görebiliriz. Bu medeniyette zenginimizin üzerine düşeni en güzel şekilde yaptığına tanık oluyoruz. Örneğin genellikle cami, çarşı ve hastane gibi yerlerde ihtiyaç sahiplerinin rencide olmadan ihtiyacını alabilecekleri “sadaka taşları” olurdu.

Derdini‏ ve sıkıntısını kimseye anlatamayan fakirler, ‏gecenin geç saatlerinde sadaka taşının yanına gel‏ir ve bu taştan ihtiyacı olan parayı aldıktan sonra, kalanını kendisi‏ gibi‏ muhtaçları düşünerek bırakır ve sadakayı bırakana kalbinden dua ederdi.

Bunlar bazılarına hikâye gibi gelebilir; ama ecdadımız fakirliği azaltmak ve ortadan kaldırmak için bunun gibi birçok çözümler üreterek ve uygulayarak rol model olmaya çalışmışlardır. Biz de tarihimize, kültürümüze, medeniyetimize ve ecdadımıza layık bireyler olmalı ve gelecek nesillere güzel bir miras bırakmalıyız. Bu konuda Şeyh Sadi Şirâzî diyor ki: “Sen eğer içinde bulunduğun toplumun derdiyle dertlenmiyorsan, kederi ile kederlenmiyorsan, sana insan demek layık olmaz, uygun olmaz!”

Cenab-ı Hak, cümlemizi güzel bir insan ve Mümin bir kul olmanın gereğini yerine getiren, böylece hem dünya hem de ahiret hayatını güzelleştiren salih kullarından eylesin.

[1] Zümer, 39/18.

[2] Buhârî, Îmân 1, 2.

[3] Bakara, 2/254.

[4] Şems Suresi, 9-10

[5] Bakara, 2/254.

[6] Buhârî, Îmân 7.

[7] Hâkim, IV, 352.

[8] Ebû Dâvud, Zekât: 26.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.