Kahraman TV
2023-01-06 17:17:28

ŞÜKÜR OLMAZSA NİMET ZULMEDER

Mustafa TEKİN

06 Ocak 2023, 17:17

Ey Servet Sahipleri! Sizin üzerinden bu servetleri kazandığınızı söylediğiniz bütün kaynaklarınızın ve imkanlarınızın; yani bağınız, bahçeniz, araziniz, tohumunuz, aklınız, zekânız, gücünüz, ilminiz, bilginiz, becerileriniz, donanımlarınız, araç ve gereçlerinizin hepsini size bahşeden Yüce Allahtır. Dahası bu zenginliğinizin oluşması ve artması için güneşi, ayı, yıldızları, toprağı, havayı, suyu, geceyi ve gündüzü, sıcağı ve soğuğu, uygun ortam ve koşulları yaratan ancak ve ancak Kadir-i Mutlak Yüce Allahtır.

ŞÜKÜR OLMAZSA NİMET ZULMEDER

Cenab-ı Hak, sözün en güzelini söylemeyi ve en güzeline uymayı bizlere nasip eylesin. Kur’an-ı Kerim, verdiği mesajların daha anlaşılır olması, zihne iyice yerleşmesi ve kalıcı olması için kıssa metoduna başvurmaktadır. Bu kıssaların birinde güzel bir bahçesi olan bir insan anlatılmaktadır. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

وَاضْرِبْ لَهُم مَّثَلا رَّجُلَيْنِ جَعَلْنَا لِأَحَدِهِمَا جَنَّتَيْنِ مِنْ أَعْنَابٍ وَحَفَفْنَاهُمَا بِنَخْلٍ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمَا زَرْعًا

كِلْتَا الْجَنَّتَيْنِ آتَتْ أُكُلَهَا وَلَمْ تَظْلِمْ مِنْهُ شَيْئًا وَفَجَّرْنَا خِلالَهُمَا نَهَرًا

وَكَانَ لَهُ ثَمَرٌ فَقَالَ لِصَاحِبِهِ وَهُوَ يُحَاوِرُهُ أَنَا أَكْثَرُ مِنكَ مَالا وَأَعَزُّ نَفَرًا

Onlara, şu iki adamı misal olarak anlat: Bunlardan birine iki üzüm bağı vermiş, her ikisinin de etrafını hurmalarla donatmış, aralarında da ekinler bitirmiştik. İki bağın ikisi de yemişlerini vermiş, hiçbirini eksik bırakmamıştı. İkisinin arasından bir de ırmak fışkırtmıştık. Bu adamın başka geliri de vardı. Bu yüzden arkadaşıyla konuşurken ona şöyle dedi: “Ben, servetçe senden daha zenginim; insan sayısı bakımından da senden daha güçlüyüm.”[1]

Dikkat edilirse ayette anlatılan bahçeden “cennet” diye söz edilmektedir. Çünkü cennet, en güzel nimetleri bünyesinde barındıran mekân demektir. Ancak bu dünyanın nimetleri, ne kadar güzel olsa da asıl güzellik ahiret hayatının güzelliğidir. Onun için hepimizin duası, ‘ahirette cennet ehlinden olmak ve oradaki en güzel nimetlere erişmek’ yönündedir.

Bu ayetlerde anlatılan bahçe sahibi, verimli, sulu ve bereketli topraklara sahip bir şahıstır. Yani onun toprağa attığı her tohum mutlaka bitmekte, bire bin vermekte ve etrafında akıtılan nehirler vesilesiyle bereketini fışkırtmaktadır. Bu nimetlerin bolluğuna ve görkemli duruşuna aldanıp nimetin asıl sahibini unutunca arkadaşına “Ben mal mülk ve servet yönünden senden daha güçlüyüm ve daha zenginim” deme cüretinde bulundu. Oysa fani olana dayanmak ve ondan güç almaya çalışmak sadece zavallı insanların sergileyeceği bir tavırdır. Bu konuda atalarımız ne güzel söylemişler:

Zenginliğine güvenme bir kıvılcım yok eder;

Güzelliğine güvenme bir sivilce yok eder.

Büyük şairimiz Yunus Emre de şöyle diyor:

Mal sahibi mülk sahibi,

Hani bunun ilk sahibi?!

Mal da yalan mülk de yalan,

Gel biraz da sen oyalan!!.

Kıssada büyük bir gurur ve kibirle hareket eden bahçe sahibi, bir gün bahçesine girdiğinde her şeyin tamamen talan olduğunu görür. Çünkü Yüce Allah’ın bu dünyada vermiş olduğu nimetlerin şükrünü insan hakkıyla eda etmediğinde o nimet, sahibine zulmetmeye başlıyor; hatta kalbini karartarak helak bile edebiliyor. Bu durumdan korunmanın tek yolu ise, kulluk dairesi içinde kalarak sözlerimizde, düşüncelerimizde ve amellerimizde dikkatli ve ölçülü olmaktır.

Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim bize servete karşı bir bakış ve mülkiyet bilinci kazandırmaktadır. Bu mülkiyet bilincini daha iyi anlayabilmemiz için Cenab-ı Hak birden fazla örnek vermekte; Karun gibi olumsuz örneklerin yanı sıra Hz. Süleyman Peygamber (a.s) gibi olumlu örnekleri de bize sunmaktadır.

وَآتَيْنَاهُ مِنَ الْكُنُوزِ مَا إِنَّ مَفَاتِحَهُ لَتَنُوأُ بِالْعُصْبَةِ أُولِي الْقُوَّةِ

Kur’an’ın ifadesiyle Karun, “sahip olduğu hazinelerin sırf anahtarlarını ancak kuvvetli bir topluluk taşıyabilirdi.” Böyle varlıklı ve zengin haliyle Karun, nimetler karşısında Allah’a şükretmesi gerekirken “ben bu zenginliğimi sahip olduğum ilmim, bilgi ve becerilerim sayesinde kazandım” diyerek kibre kapılmıştır. Bu sözüne cevaben yüce Allah şöyle buyuruyor:

أَوَلَمْ يَعْلَمْ أَنَّ اللَّهَ قَدْ أَهْلَكَ مِن قَبْلِهِ مِنَ الْقُرُونِ مَنْ هُوَ أَشَدُّ مِنْهُ قُوَّةً وَأَكْثَرُ جَمْعًا وَلا يُسْأَلُ عَن ذُنُوبِهِمُ الْمُجْرِمُونَ

Bilmiyor muydu ki Allah, kendinden önceki nesillerden, ondan daha güçlü, ondan daha çok taraftarı olan kimseleri helâk etmişti. Günahkârlardan günahları sorulmaz (Çünkü Allah onların hepsini bilir).[2]

Buna göre dünyadaki bütün servet sahiplerini bu ayetleri ve örnekleri dikkatli ve doğru okumaya ve anlamaya davet ediyoruz. Ey Servet Sahipleri! Sizin üzerinden bu servetleri kazandığınızı söylediğiniz bütün kaynaklarınızın ve imkanlarınızın; yani bağınız, bahçeniz, araziniz, tohumunuz, aklınız, zekânız, gücünüz, ilminiz, bilginiz, becerileriniz, donanımlarınız, araç ve gereçlerinizin hepsini size bahşeden Yüce Allahtır. Dahası bu zenginliğinizin oluşması ve artması için güneşi, ayı, yıldızları, toprağı, havayı, suyu, geceyi ve gündüzü, sıcağı ve soğuğu, uygun ortam ve koşulları yaratan ancak ve ancak Kadir-i Mutlak Yüce Allah’tır.

Düşünün ki bir çiftçi, bir tek tohumu toprağa atmakta, bunun karşılığında 100, 1000 hatta daha fazla tane verim alabilmektedir. Eğer bu çiftçi yaptığı işte, Yüce Allah’ı devreden çıkarıp “ben bitirdim, ben yeşerttim, ben yetiştirdim ve benim çabam, bilgim ve becerim sonucunda bunlar bana verildi” der veya öyle düşünürse işte o zaman bu nimetler, kendisi için zulme dönüşür ve hatta helak sebebi olur. İşte bunun için Kur’an bize servet imtihanını kaybeden Karun’un kıssasını anlatıyor.

Bununla birlikte Kur’an, servet imtihanını kazanmak isteyenler için Hz. Süleyman’ı (a.s) güzel örnek olarak sunuyor. Nitekim Hz. Süleyman (a.s), hem güçlü, varlıklı ve zengin hem de bir peygamber idi. Yüce Allah tarafından hiç kimseye verilmeyen her türlü nimete, mülke, güce ve hükümranlığa mazhar olmuş, cinler, kuşlar ve hayvanlar bile onun hizmetine sunulmuştu. Bütün bu nimetlerin karşısında Hz. Süleyman, bütün insanlığa yol gösterecek ve örnek olacak şu sözleri söylemektedir:

هَذَا مِن فَضْلِ رَبِّي لِيَبْلُوَنِي أَأَشْكُرُ أَمْ أَكْفُرُ وَمَن شَكَرَ فَإِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِهِ وَمَن كَفَرَ فَإِنَّ رَبِّي غَنِيٌّ كَرِيمٌ

Bu, şükür mü, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni denemek için, Rabbimin bana bir lütfudur. Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse (bilsin ki) Rabbim her bakımdan sonsuz sınırsız zengindir, cömerttir.[3]

Yani Yüce Allah tarafından insana verilmiş olan her şey bir lütuf olarak görülmelidir. Örneğin anne, baba, eş, kardeş, evlat, mal, mülk, makam, mevki, güç ve imkan gibi şeylerin hepsi birer lütuftur. Bunların verilmesiyle birlikte dünya imtihanımız başlamakta, şükretmemiz halinde imtihanı kazanmış; nankörlük sergilememiz halinde ise imtihanı kaybetmiş olacağız.

Dolayısıyla her lütuf veya iyiliğe sahip olmak, bu dünyada nihai hedef olmamalıdır. Bunları birer imtihan vesilesi olarak görmeli ve şükrümüzü fiiliyata dönüştürüp imtihanı kazanmaya odaklanmalıyız. Unutulmamalıdır ki varlık imtihanı, yokluk imtihanından daha zordur. Çünkü varlık, güç, makam ve zenginlik gibi şeyler, çoğu kez insanı azdırabilmekte ve haddi aşmaya kadar götürebilmektedir.

O halde her müslüman da sağlıklı ve sağlam bir mülkiyet bilinci oluşmalıdır. Bunun için şu ayetlerin iyi okunması ve anlaşılması elzem görülmektedir. Yüce Allah şöyle buyuruyor:

فَأَمَّا الإِنسَانُ إِذَا مَا ابْتَلاهُ رَبُّهُ فَأَكْرَمَهُ وَنَعَّمَهُ فَيَقُولُ رَبِّي أَكْرَمَنِ

وَأَمَّا إِذَا مَا ابْتَلاهُ فَقَدَرَ عَلَيْهِ رِزْقَهُ فَيَقُولُ رَبِّي أَهَانَنِ

İnsan var ya, Rabbi kendisini imtihan edip de ikramda bulunduğunda ve bol nimet verdiğinde «Rabbim bana ikram etti» der. Ama onu deneyip rızkını daraltınca da, “Rabbim beni aşağıladı/ küçük düşürdü” der.[4]

Dikkat edilirse bu ayette iki algı söz konusudur. Birincisi insana verilen nimetin bir ikram olarak görülmesi, ikincisi ise rızkın daraltılmasının ve de fakirliğin aşağılama ve küçük düşürme şeklinde ele alınmasıdır. İşte bu ayetlerde bize verilmek istenen asıl mesaj, bu iki algının yanlış olduğu, doğru olanın ise Allah tarafından insana verilen varlığın da yokluğun da birer imtihan vesilesi olduğudur. O halde her Müslüman, Karunları değil de Süleymanları örnek almalı ve

هَذَا مِن فَضْلِ رَبِّي لِيَبْلُوَنِي أَأَشْكُرُ أَمْ أَكْفُرُ

“Bu, şükür mü, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni denemek için, Rabbimin bana bir lütfudur” demelidir.

Son olarak hem ölümün hem de hayatın bir imtihan vesilesi olduğunu bize hatırlatan şu ayetleri gelin birlikte okuyalım. Yüce Allah şöyle buyuruyor:

الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلا وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ

O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.[5]

Cenab-ı Hak, imtihan bilinciyle yaşamayı, son anımıza kadar şükür yolunda yürümeyi ve şükür üzere can verip rızasına ermeyi cümlemize nasip ve müyesser eylesin.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.