Kahraman TV
2022-10-03 13:26:57

KIYAMET GELMEDEN KIYAM ET!

Mustafa TEKİN

03 Ekim 2022, 13:26

Kur’an’ı okuduğumuzda namaz kılmanın ve namazı muhafaza etmenin, insanı hem dünyevi hem de uhrevi birçok tehlikeden koruyacağını anlıyoruz. Bu anlamda bizler, her namaz öncesi kamet getiriyor, namazda kıyama duruyor ve “Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz” diye Rabbimize söz vererek kıyametimize hazırlık yapmış oluyoruz.

Cenab-ı Hak, sözün en güzelini söylemeyi ve en güzeline uymayı bizlere nasip eylesin. Cenab-ı Hak, cinleri ve insanları yalnızca kendisine kulluk etmek amacıyla yaratmıştır. Bu anlamda emrolunduğumuz bütün ibadetler, kulluğun sadece bir parçası sayılmakla birlikte, kulluğun bütün alanlarını kapsayacak şekilde belirlenmiş, sayısız hikmet ve faydaları barındırmaktadır. Bu ibadetlerin başında hiç şüphesiz dinimizin direği sayılan namaz gelmektedir.

Kur’an-ı Kerim’de namaz üzerinde çok durulmakta, namaza çağrı yapılması, çağrıya icabet, vakitlere riayet edilmesi, farzların topluca (cemaatle) kılınması, huşu içinde ve samimi bir şekilde eda edilmesi ve devamlı olarak muhafazası talep edilmektedir. Allah (cc) şöyle buyuruyor:

اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلاةَ إِنَّ الصَّلاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَر

(Ey Muhammed!) Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar.[1] Kur’an-ı Kerim’de namaz kılma yönündeki emir, “Namazı ikame edin!” şeklindedir. Yani namaz, kıyamına, kıraatına, rükusuna, secdesine, farzına, erkanına, vacibine ve sünnetine dikkat edilerek ve en güzel şekilde dimdik ayakta tutularak kılınması gereken büyük bir ibadettir.

İçinde büyük faydaları ve hikmetleri barındıran namazın farzlarından biri de kıyamdır. Kıyam, kamet ve kıyamet hepsi aynı kökten gelmektedir. Kıyamın sözlük anlamı, dikilmek, ayakta dik durmaktır; ancak her ayakta duruş aslında bir kıyam değildir. Kıyam, Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla, Allah’ın istediği yöne, kıbleye; yani Kabe’ye yönelerek yalnızca Allah için saygı duruşunda bulunmak ve ibadet etmektir.

Cenab-ı Hak, namazın ikame edilmesini, yani dosdoğru kılınmasını bize emrettiği gibi geçmiş bütün ümmetlere de emretmiştir. Yüce Allah şöyle buyuruyor:

شَرَعَ لَكُم مِّنَ الدِّينِ مَا وَصَّى بِهِ نُوحًا وَالَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ وَمَا وَصَّيْنَا بِهِ إِبْرَاهِيمَ وَمُوسَى وَعِيسَى أَنْ أَقِيمُوا الدِّينَ وَلا تَتَفَرَّقُوا فِيهِ

«Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin» diye Nuh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din kıldı.[2]

قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لَسْتُمْ عَلَى شَيْءٍ حَتَّىَ تُقِيمُواْ التَّوْرَاةَ وَالإِنجِيلَ وَمَا أُنزِلَ إِلَيْكُم مِّن رَّبِّكُمْ وَلَيَزِيدَنَّ كَثِيرًا

مِّنْهُم مَّا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ طُغْيَانًا وَكُفْرًا فَلاَ تَأْسَ عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ

“(Ey Muhammed, Ehl-i Kitab’a) de ki: “Ey Kitap ehli! Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size indirileni (Kur’an’ı) ayakta tutup uygulamadıkça hiçbir şey üzere değilsiniz.”[3]

O halde Rabbimizden bize indirilen Kur’an’ın bir emri olan namazın, ibadetlerin ve bütün olarak dinin ayakta tutulması, hem İslamî hem de insanî bir görev ve sorumluluktur. Bu emre hayatımız boyunca kulluk bilinciyle sarılmak kadar bu bilinci dimdik ayakta tutmak; yani en güzel şekilde muhafaza etmek çok önemlidir. Örneğin elimizdeki bir torbayı doldurmak bizim için önemliyse, o torbanın altının veya bir tarafının delik olmamasına azami derecede dikkat etmeliyiz. Dolayısıyla başta namaz olmak üzere bütün salih amelleri en güzel şekliyle yerine getirmek ve bir ömür boyu muhafaza etmek çok önemlidir.

Cenab-ı Hak, Kur’an’da sevdiği mümin kullarından bahsederken “namazlarını muhafaza edenleri” özellikle zikretmiştir. Buna göre namazı en güzel şekilde kılmak ve namazda verdiğimiz sözde durmak birlikte ele alınmalıdır. Bütün ibadetlerde ve kulluğun bütün alanlarında bu bilinçle hareket edilmelidir. Yüce Allah şöyle buyuruyor:

وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ

Ve sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine kulluk etmeye devam et![4]

Bu ilahi buyruğa riayet etmeyen bir müslüman, kıyamet günü iflasın eşiğine gelebilir. Nitekim Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor:

أتدرونَ مَن المُفلِسُ

“Müflis kimdir, biliyor musunuz?” Ashab, “Bize göre müflis, parası ve malı olmayandır" dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Ümmetimin müflisi, kıyamet gününe; namaz, oruç ve zekât görevlerini yerine getirdiği halde, ona-buna sövmüş, iftira etmiş, şunun-bunun (haksız yere) malını yemiş, kanını dökmüş, onu-bunu dövmüş olarak gelen kimsedir. Bu kişinin iyiliklerinin sevabından hak sahiplerine verilir. Borcu ödenmeden sevabı biterse, diğerlerinin günahları ona yüklenir, sonra da Cehenneme atılır” buyurdu.[5]

Bu hadisin manasını en iyi kavrayan Büyük Şairimiz Yunus Emre bize şöyle seslenmektedir:

Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil,

Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil.

Bir tarihte cezaevinde bir sohbete gitmiştim. Sohbetimde ‘müflis’ hadisini anlatınca oradaki mahkûmlardan biri dedi ki, “Hocam, burada öyle arkadaşlarımız var ki her türlü suçu işlemiş ama kıyamet günü bunun karşılığında verecek hiçbir amelleri yok, yani onlar karlı sayılmaz mı?” Cevap olarak dedim ki, “Onların kıyamet günü verecekleri namaz, zekât, oruç veya hac gibi amelleri yoksa hak sahipleri haklarını eksiksiz olarak alabilmeleri için günahlarından alınıp kendilerine yüklenecektir.”

Kur’an’ı okuduğumuzda namaz kılmanın ve namazı muhafaza etmenin, insanı hem dünyevi hem de uhrevi birçok tehlikeden koruyacağını anlıyoruz. Bu anlamda bizler, her namaz öncesi kamet getiriyor, namazda kıyama duruyor ;

إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ

“Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz”[6] diye Rabbimize söz vererek kıyametimize hazırlık yapmış oluyoruz. Bu sözü, günlük beş vakit namazın her rekâtında tekrarladıktan sonra Yüce Allah’tan başkasına kulluk etmek, başkasından yardım dilemek, hakkı çiğneyip zulme bulaşmak, gerçek anlamda bir iflas ve helak kabul edilir.

Bütün insanlığı kurtuluşa davet eden Cenab-ı Hak, kulluğun tezahürü ve kurtuluş vesilesi olan namazı daha önceki ümmetlere de farz kılmıştır. Nitekim peygamberlerin atası olarak kabul edilen Hz. İbrahim (a.s) Kur’an’da aktarılan duasında;

رَبِّ اجْعَلْنِي مُقِيمَ الصَّلاةِ وَمِن ذُرِّيَّتِي رَبَّنَا وَتَقَبَّلْ دُعَاء

“Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazını dosdoğru kılanlardan eyle!”[7] diyerek namazın önemine dikkat çekmiştir. Hz. İsmail (a.s) hakkında da Yüce Allah şöyle buyuruyor:

وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ إِسْمَاعِيلَ إِنَّهُ كَانَ صَادِقَ الْوَعْدِ وَكَانَ رَسُولا نَّبِيًّا

وَكَانَ يَأْمُرُ أَهْلَهُ بِالصَّلاةِ وَالزَّكَاةِ وَكَانَ عِندَ رَبِّهِ مَرْضِيًّا

(Resûlüm!) Kitap'ta İsmail'i de an. Gerçekten o, sözüne sâdıktı, resûl ve nebî idi. O, ailesine namazı ve zekâtı emrederdi.[8] Bu özelliğinden dolayı Hz. İsmail (a.s), Rabbi katında kendisinden razı olunan bir peygamberdi.

Bunun gibi Kur’an’da Hz. Meryem ve oğlu Hz. İsa anlatılır. Hz. İsa (a.s) henüz beşikteyken Yüce Allah’ın bir mucizesi olarak konuşmuş ve Kur’an’ın ifadesiyle şöyle demişti:

قَالَ إِنِّي عَبْدُ اللَّهِ آتَانِيَ الْكِتَابَ وَجَعَلَنِي نَبِيًّا وَجَعَلَنِي مُبَارَكًا أَيْنَ مَا كُنتُ وَأَوْصَانِي بِالصَّلاةِ وَالزَّكَاةِ مَا

دُمْتُ حَيًّا وَبَرًّا بِوَالِدَتِي وَلَمْ يَجْعَلْنِي جَبَّارًا شَقِيًّا وَالسَّلامُ عَلَيَّ يَوْمَ وُلِدتُّ وَيَوْمَ أَمُوتُ وَيَوْمَ أُبْعَثُ حَيًّا

“Ben şüphesiz Allah'ın kuluyum. Bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı, nerede olursam olayım beni mübarek kıldı. Yaşadığım müddetçe namaz kılmamı, zekât vermemi ve anneme iyi davranmamı emretti. Beni bedbaht bir zorba kılmadı. Doğduğum günde, öleceğim günde, dirileceğim günde bana selam olsun.”[9]

Dolayısıyla namaz, geçmiş bütün milletlere farz kılınan ve inananların ortak özelliği kabul edilen bir ibadettir. Bu anlamda Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:

قُلْ آمِنُواْ بِهِ أَوْ لاَ تُؤْمِنُواْ إِنَّ الَّذِينَ أُوتُواْ الْعِلْمَ مِن قَبْلِهِ إِذَا يُتْلَى عَلَيْهِمْ يَخِرُّونَ لِلأَذْقَانِ سُجَّدًا

De ki: “Kuran'a ister inanın, isten inanmayın, O’ndan önce kendilerine ilim verilenlere okunduğunda, derhal yüz üstü secdeye kapanırlar.”[10]

Yüce Allah, yukarıdaki ayetlerde bütün kullarını namazı dosdoğru kılmaları hususunda teşvik ederken namazın terk edilmesi halinde gazabının ve azabının vuku bulacağını hatırlatarak şöyle buyuyor:

فَخَلَفَ مِن بَعْدِهِمْ خَلْفٌ أَضَاعُوا الصَّلاةَ وَاتَّبَعُوا الشَّهَوَاتِ فَسَوْفَ يَلْقَوْنَ غَيًّا

Sonra onların ardından öyle bir nesil geldi ki namazı zayi ettiler/terk ettiler/içini boşalttılar, dünyevî şehvetlerine, heva ve arzularına uydular. Bunun sonucu olarak yakında (Cehennemdeki) Gayyâ Vâdisini boylayacaklardır.[11]

Demek ki bir beldede Allah’a kulluk, ibadet ve ibadetin başı sayılan namaz terk edildiği, içi boşaltıldığı, camilere ve cemaatle namaza gereken önem ve hassasiyet gösterilmediği zaman nesil bozulacak, dünyevi şehvet ve arzular yaygınlaşacak ve din diye bir şey kalmayacak. Buna örnek olarak tarihimizden şu hadiseyi birlikte hatırlayalım:

Osmanlı İmparatorluğu'nun 1683'te yaşadığı İkinci Viyana bozgunundan sonra Avusturya, Macar topraklarını işgale başladı. Tabii ki ilk hedef stratejik bir mevkide bulunan Budin kalesiydi. Budin'in düşmesi Osmanlılar için bütün Macar topraklarının kaybı demekti. Budin Valisi Abdurrahman Abdi Paşa durumun farkındaydı ve sonuna kadar direnme kararı vermişti. Abdurrahman Abdi Paşa düşmana karşı yokluklar içerisinde iki buçuk ay boyunca direndi. Avusturyalılar, 2 Eylül 1666'da Budin'e girerek 145 yıllık Türk hakimiyetine son verdiler. Abdurrahman Abdi Paşa ise çarpışmalar sırasında şehit düştü. Avusturyalılar, daha sonra şehirde tek bir Müslüman bile bırakmadılar. Türk eserlerinin hemen tamamı yok edildi ve şehrin asıl sahibi olan Macarlar bile uzun müddet şehre giremediler. Macarlar, Paşa'nın bu kahramanlığını asırlar boyunca unutmadılar ve şairler Budin'i konu alan destanlar kaleme aldılar. İşte bu destanlardan birinde şu ibareler yazılıdır:

“Ötme bülbül ötme, yaz bahar oldu /

Bülbülün figanı bağrımı deldi /

Gül alıp satmanın zamanı geldi /

Aldı Nemçe bizim nazlı Budin'i.

Çeşmelerden abdest alınmaz oldu /

Camilerde namaz kılınmaz oldu /

Mamur olan yerler hep harap oldu /

Aldı Nemçe bizim Nazlı Budin'i.

Kıble tarafından üç top atıldı /

Perşembe günüydü güneş tutuldu /

Cuma günü idi Budin alındı /

Aldı Nemçe bizim nazlı Budin'i...”

Demek ki memleketin elden gitmemesi için ibadetin, namazın, caminin, cemaatin ve cemiyetin terk edilmemesi ve içinin boşaltılmaması elzemdir. Bunun için diyoruz ki gerçek mümin, yalnızca Allah’a ibadet eden, namaz kılarak ve secdelere kapanarak acziyetini yalnızca Allah’ın huzurunda ortaya koyan, günahlarının bağışlanması için yalnızca Allah’a yalvaran, yakaran, gözyaşı döken ve her daim kulluk dairesinde kalmaya büyük gayret gösteren kişidir. Cenab-ı Hak, namazı en güzel şekilde ikame etmeyi, muhafaza etmeyi ve rızasına ermeyi cümlemize nasip eylesin.

[1] Ankebût Suresi, 29/45.

[2] Şûrâ, 42/13.

[3] Maide, 5/68.

[4] Hicr, 15/99.

[5] Müslim, Birr, 59.

[6] Fatiha, 1/5.

[7] İbrahim, 14/40.

[8] Meryem, 19/54-55.

[9] Meryem, 19/30-33.

[10] İsra, 17/107-108.

[11] Meryem, 19/59.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.