Kahraman TV
2022-04-15 20:06:10

HELAL KAZANÇ SONSUZ KAZANÇ

Mustafa TEKİN

15 Nisan 2022, 20:06

İçinde ihsan kavramının geçtiği ayetleri dikkatle incelediğimizde Müslümanlar olarak bizler, söylediğimiz herhangi bir sözü, düzenlediğimiz sohbeti, geliştirdiğimiz düşünce, plan veya projeyi, icra ettiğimiz sanatı, ticareti veya siyaseti, isteyerek veya istemeyerek dâhil olduğumuz tartışma, mücadele ve de savaşı; yani her şeyi ihsan esasına göre en güzel şekilde yapmamız gerektiğini, bunun en güzel sonucunun ise yüce rabbimizin sevgisini ve rızasını kazanmak olduğunu anlıyoruz.

HELAL KAZANÇ SONSUZ KAZANÇ

Cenâb-ı Hak, sözün en güzelini söylemeyi ve en güzeline uymayı bizlere nasip eylesin. Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:

وَابْتَغِ فِيمَا آتَاكَ اللَّهُ الدَّارَ الآخِرَةَ وَلا تَنسَ نَصِيبَكَ مِنَ الدُّنْيَا وَأَحْسِن كَمَا أَحْسَنَ اللَّهُ إِلَيْكَ وَلا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الأَرْضِ إِنَّ اللَّهَ لا يُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ

“Allah’ın sana verdiğinden ahiret yurdunu kazanmaya bak ve dünyadan nasibini unutma! Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de insanlara ihsanda bulun. Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışma! Şüphesiz Allah bozguncuları sevmez.”[1]

İslam dini, hem dünyayı hem de ahireti imar etmemizi, bu bilinçle ölçülü ve dengeli bir hayat yaşamamızı bize tavsiye etmektedir. Bizden önceki milletlere baktığımızda başlangıçta onların, Yüce Allah’ın emrettiği şekilde hak dine mensup iken bir kısmı ahireti yok sayıp tamamen dünyevileşmenin, diğer bir kısmı da dünyayı yok sayıp tamamen uhrevileşmenin çabası içine girdiklerini, dolayısıyla dengeyi ve ölçüyü kaçırmış olduklarını görmekteyiz. Yukarıdaki ayete baktığımızda ise, elimizdeki imkânları, yani yüce rabbimizin bize verdiği bütün nimetleri, en güzel şekilde değerlendirerek ahiret yurdunu kazanmanın gayreti içinde olmamız, bununla birlikte yaşadığımız dünyadan da nasibimizi unutmamamız gerektiğini net olarak anlıyoruz.

Bu ayete göre Yüce Allah bize nasıl iyilikte bulunduysa, bunun şükrünü eda etme babından diğer insanlara ve canlılara faydalı olmaya ve iyilik yapmaya çalışmalıyız. Bunu yaparken yeryüzünde fitne ve fesat çıkarmamaya ve hiçbir olumsuzluğa alet olmamaya azami derecede dikkat etmeliyiz. Çünkü Yüce Allah, fitnecileri, fesatçıları ve bozguncuları asla sevmemektedir.

Yıkmak insanlara yapmak gibi kıymet mi verir?

Onu en çolpa herifler de emin ol becerir.

Sade sen gösteriver ‘işte budur kubbe’ diye

İki ırgatla iner derhal Süleymaniye.

Ama gel kaldıralım dendi mi heyhat o zaman

Bir Süleyman daha lazım yeniden bir de Sinan.

Büyük şairimiz Mehmet Akif Ersoy burada diyor ki: Bir kubbeyi veya bir şaheseri iki delinin eline ver, yerle bir eylerler; ama bunları yeniden yapmak için Süleymanlar ve Sinanlar lazım. Dolayısıyla Yüce Rabbimiz, her daim yeryüzünü imar etmeyi, güzelleştirmeyi, iyiliği temsil edip ıslah peşinde koşmayı bize emretmekte ve bir bakıma teşvik etmektedir.

Yüce Allah şöyle buyuruyor:

وَأَن لَّيْسَ لِلإِنسَانِ إِلاَّ مَا سَعَى وَأَنَّ سَعْيَهُ سَوْفَ يُرَى

“İnsan için ancak çalıştığı (el emeği) vardır ve o el emeği ve gayreti mutlaka görülecektir.”[2] Bu ayette dikkat çeken husus, Cenâb-ı Hakk’ın görme eylemini kendisine has kılmamasıdır. Yani ayette “göreceğim” yerine “görülecektir” ibaresi tercih edilmiştir. Çünkü bu dünyada asıl önemli olan, çalışmak ve üretmektir. Çalışkan ve üretken bir insanı, bütün mahlûkat, mevcudat, hayvanat, nebatat ve cemadat görür ve hakkı sahibine teslim babından onun bu çabasını her türlü takdir eder. Ayetin devamında Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:

ثُمَّ يُجْزَاهُ الْجَزَاء الأَوْفَى

“Sonunda, (yaptıklarının) karşılığı (ahirette) kendisine eksiksiz verilecektir.”[3] Yani çalışan ve üreten kimseler için ahirette çok büyük ecir ve mükâfatlar hazırlanmış ve hak edenlere eksiksiz bir şekilde sunulacaktır. Bu hususu şairimiz Mehmet Akif ne güzel ifade eder:

Bekayı hak tanıyan¸ sa’yi bir vazife bilir

Çalış çalış ki beka sa’y olursa hak edilir (...)

Alınlar terlesin, derhâl iner mevcut olan rahmet.

Nasıl mahrum kalır, “tevfîki hakettim” diyen millet?

Burada Akifimiz diyor ki: Eğer baki olmak istiyorsanız, o zaman her daim çalışmalı ve üretmelisiniz. Çünkü çalışkan, gayretli ve üretken bir insan bir yandan daralmaz ve başkasına muhtaç olmazken diğer yandan insanlar tarafından anılır ve adı sonsuza dek baki kalır.

Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) birçok hadisi şeriflerinde helal kazanç üzerinde durmakta, bütün ümmetine çalışmayı ve üretmeyi ısrarla tavsiye etmektedir. Bu hususta Arapların söylediği şu söz çok manidardır: Yiğitlerin himmeti; yani sa’yu gayreti dağları yerinden devirir.

Her daim hayırlı işlerde yarışmayı tavsiye ve teşvik eden Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır:

وَلِكُلٍّ وِجْهَةٌ هُوَ مُوَلِّيهَا فَاسْتَبِقُواْ الْخَيْرَاتِ

Herkesin yöneldiği bir kıblesi vardır. Siz hayır işlerinde koşup yarışın.[4] Yani her ümmetin ve her insanın yöneldiği, yürüdüğü ve de koştuğu mutlaka bir yönü ve bir kıblesi mevcuttur.

Burada Rabbimiz “Ey kullarım, siz hakka, doğruya, güzele, iyiliğe ve hayra koşun, hayırda yarışın” anlamında bir çağrı yaparken

أَيْنَ مَا تَكُونُواْ يَأْتِ بِكُمُ اللَّهُ جَمِيعًا إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ

“Nerede bulunursanız bulunun, Allah hepinizi kendi katında (mahşerde) toplayacaktır. Şüphesiz ki Allah, her şeye gücü yetendir”[5] buyurarak bizi uyarmaktadır.

Dolayısıyla Müslümanlar olarak bu hayır yarışında ve hatta ön saflarda olmak zorundayız. Çünkü dünya hayatı, iyi olanla kötünün yarışı değildir; iyiyle daha iyi olanın yarışıdır. Daha açık bir ifadeyle hayat, iyilerin iyilikte yarıştığı bir meydan ve bir yarış alanıdır. Bu gerçeği büyüklerimiz şöyle ifade ederler: Yarış, iyiyle kötü arasında değil; iyiyle en iyinin arasında icra edilen bir faaliyettir. Yüce Rabbimiz bu yarışa hem söz hem de eylemlerimizle dahil olmamızı ve ölüm gelinceye dek bu yarışa devam etmemizi bizden istemektedir. Cenab-ı Hak birçok ayette her şeyin en iyisine (ahsen olana) dikkat etmemizi talep ederek şöyle buyuruyor:

وَقُل لِّعِبَادِي يَقُولُواْ الَّتِي هِيَ أَحْسَنُ

“Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler.”[6]

الَّذِينَ يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ أَحْسَنَهُ أُوْلَئِكَ الَّذِينَ هَدَاهُمُ اللَّهُ وَأُولَئِكَ هُمْ أُوْلُوا الأَلْبَابِ

“O kimseler ki sözü dikkatle dinlerler, sonra onun en güzeline tâbi olurlar.”[7]

وَلا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلا السَّيِّئَةُ ادْفَعْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ فَإِذَا الَّذِي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَأَنَّهُ وَلِيٌّ حَمِيمٌ

“Sen (kötülüğü) en iyi bir biçimde def et.”[8]

ادْعُ إِلَى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُم بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ

“ve onlarla en güzel şekilde mücadele et!”[9]

İçinde ihsan kavramının geçtiği ayetleri dikkatle incelediğimizde Müslümanlar olarak bizler, söylediğimiz herhangi bir sözü, düzenlediğimiz sohbeti, geliştirdiğimiz düşünce, plan veya projeyi, icra ettiğimiz sanatı, ticareti veya siyaseti, isteyerek veya istemeyerek dâhil olduğumuz tartışma, mücadele ve de savaşı; yani her şeyi ihsan esasına göre en güzel şekilde yapmamız gerektiğini, bunun en güzel sonucunun ise yüce rabbimizin sevgisini ve rızasını kazanmak olduğunu anlıyoruz.

Cenab-ı Hak, her şeyin en güzel şekilde yapılmasını bütün inananlara emretmekte, bu hususu Hz. Peygamber (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde şöyle vurgulamaktadır:

ان الله يحب اذا عمل احدكم عملا ان يتقنه

“Allah Teâlâ, birinizin yaptığı işi en iyi şekilde (sanatkârane ve titizlikle) yapmasından memnun kalır.”[10] Dolayısıyla her işimizi helal dairesi içinde kalarak titizlikle ve çok sağlam yapmalıyız. Örneğin hazırladığımız yemeği en sevdiğimiz kişinin yiyeceğini düşünerek hazırlamak, diktiğimiz elbiseyi en sevdiğimiz kişinin giyeceğini düşünerek dikmek, inşa ettiğimiz binayı en sevdiğimiz insanların içinde oturacağını hesap ederek inşa etmek ve bütün bunların sonucunda Yüce Allah’ın sevgisinin, rızasının ve hoşnutluğunun kazanılacağını düşünmek, hem insanî hem de İslami bir ahlak ve davranıştır.

Helal kazancın ve çalışıp üretmenin önemini anlatan şu olayı birlikte okuyalım: Hicretin dokuzuncu yılında Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v), Tebük Seferi’nden dönmekteydi. Medineli Müslümanlar, İslâm ordusunu karşılamak için şehrin dışına kadar çıkmışlardı. Karşılayanlar arasında büyük sahabeden Muâz b. Cebel (r.a.) de vardı. O, bir mazeretinden dolayı Tebük Seferine katılamamıştı. Peygamberimiz, kendisini karşılamaya gelen Müslümanlarla tek tek el sıkıştı, tebriklerini kabul etti. Bu arada Hz. Muaz ile de el sıkıştı; ama onun ellerinin sertleşmiş ve nasırlaşmış olduğunu fark etti. Efendimiz (s.a.v):

- “Yâ Muaz, ellerinin sertliği nedendir? Bu nasırlar nasıl oluştu?” diye sormaktan kendini alamadı. Hz. Muâz, elinin sertliği ile Efendimizi rahatsız ettiğini düşündü. Özür dilercesine, durumu açıkladı:

- “Ey Allah’ın Rasûlü! Ben çoluk çocuğumun rızkını kazanmak için uğraşıyorum. Ellerimden testere, keser, kazma, kürek, çekiç hiç düşmüyor. Bu yüzden ellerimin yumuşaklığı gitti, bu şekilde nasırlaştı.” Bu söz üzerine Hz. Peygamber (s.a.v), Muâz’ın alnını (ve bir rivâyete göre ellerini tutarak avuç içlerini) öptü ve:

هَذِهِ يَدٌ لا تَمَسُّهَا النَّارُ أَبَدًا

- “Bu ellere ateş dokunmaz. Âhirette cehennem ateşi dokunmaz” buyurdu.[11]

Bu hadis-i şerife göre, helal kazanç elde etmek üzere çalışan ve üreten bir ele cehennem ateşi dokunmayacaktır. Çalışan ve üreten bir eli öperek saygı gösteren bir peygamberin ümmeti olarak bizler, emrimize sunulan yeryüzünde yaşadığımız sürece daha çok çalışmalı, üretmeli ve rızkımızı helal yollarla kazanma konusunda azami derecede çaba sarf etmeliyiz. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

هُوَ الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الأَرْضَ ذَلُولا فَامْشُوا فِي مَنَاكِبِهَا وَكُلُوا مِن رِّزْقِهِ وَإِلَيْهِ النُّشُورُ

Yeryüzünü sizin için yaşamaya elverişli hale getiren ve hizmetinize amade kılan O (Allah’tır). Öyleyse yeryüzünün dağlarında, ovalarında gezin ve rızkından yararlanın ama unutmayın ki sonunda dönüş Allah’adır.[12] Yani Yüce Rabbimiz buyuruyor ki: “Ey İnsan! Seni eşref-i mahlûkat olarak yarattım ve yeryüzünü senin için öyle bir terbiye ettim ki artık seni omuzlarında taşıyacak ve sana hiç karşı gelemeyecek. Yeter ki sen yüzünü bana dön, emrime uygun olarak yeryüzünün sırtında dolaş, çalış, üret, rızkını ara ve imar işine devam et.

Rabbimize yüzümüzü dönmek, onun bizim için yarattığı nimetleri bilmek, tanımak ve şükrünü eda etmek için çalışmak demektir. Yüce Allah şöyle buyuruyor:

وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى

Her kim de benim zikrimden (Kur’an’dan) yüz çevirirse, mutlaka ona dar bir geçim vardır. Bir de onu kıyamet gününde kör olarak haşrederiz.[13] Yani Kur’an-ı Kerim başta olmak üzere yüce rabbimizin bize vermiş olduğu her bir nimet, ilahî ikramdır. Bunları amacına uygun kullanmaz isek onlardan ve dolayısıyla onları bahşeden Yüce Allah’tan yüz çevirmiş oluruz.

O halde yüzümüzü rabbimize dönmeli, Cenab-ı Hakk’ın cemalini ve celalini düşünerek bütün kâinatı ilahî bir ikram ve hediye kabul etmeli, bir imtihan vesilesi olduğunu unutmamalı, hiç vakit kaybetmeden çalışmaya, üretmeye ve yeryüzünü imar etmeye devam etmeliyiz. Cenab-ı Hak, cümlemizi nimetlerin hakkını bilen, şükrünü eda eden ve rızasına nail olan salih kullarından eylesin. Hepinizi Allah’a emanet ediyorum.

[1] Kasas Suresi, 28/77.

[2] Necm, 53/39-40.

[3] Necm, 53/41.

[4] Bakara, 2/148.

[5] Bakara, 2/148.

[6] İsra, 17/53.

[7] Zümer, 39/18.

[8] Fussilet, 41/34.

[9] Nahl, 16/125.

[10] Beyhakî, Şüabü’l-îmân, 4/334.

[11] Bu hadis, temel hadis kaynaklarında geçmemekte ve zayıf olarak değerlendirilmektedir. Ayrıca Muaz b. Cebel Hazretlerinin Tebük seferinden önce vefat ettiği bilindiğinden, burada anılan şahsın farklı bir kişi olabileceği düşünülmektedir. (En doğrusunu Allah bilir.)

[12] Mülk, 67/15.

[13] Taha, 16/124.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.