AHLÂK
Türkiye'de yaygın olarak büyük oranda arabesk, ilkel ve sığ bir zeminde ele alınan bu kavramı yakından tanımak zorundayız. Özellikle bilmek zorundayız demiyorum, tanımak zorundayız. Çünkü bilmekte temas olmayabilir, ancak tanımakta temas vardır. Bu kavramla temasımızın sürekli olması zorunlu bir haldir.
Bir önceki yazımın başlığı olan ERDEM, ahlâk ve edep kavramlarının varlığıyla şekillenir. Bu yazımda Ahlâk kavramını, sonraki yazımda ise edep kavramını ele alacağım.
Tanımla başlayalım. Ahlâk Arapça Hulk kelimesinin çoğuludur. Türkçe karşılığı ise bir anlamıyla yaratılış, başka bir anlamda ise düzenlemedir. Daha dar manada ise ahlâk, toplumsal hayatta, tarihsel süreç içinde tedricen oluşmuş kümülatif normlar bütünüdür. Ahlâk, en genel anlamıyla insanın yaratılıştan gelen doğası ve karakteri olarak tanımlanmaktadır. Bu anlayış, büyük ölçüde erdeme dayalı klasik ahlâk tasavvuruyla da örtüşmektedir. Ahlâkın sözlük anlamı, bu sözcüğün klasik dinî, felsefî ve edebî metinlerdeki kullanımına içkin durumdadır. Klasik sözlükler arasında yapılacak hızlı bir incelemede, ḫ-l-ḳ kökünün temel anlamının taḳdīr yani “bir nesneyi düzgün/ölçülü bir biçimde oranlamak ve ölçümlemek” olduğu konusunda açık bir görüş birliği olduğunu görürüz. Yaratılış yoluyla insana aktarılan ve onun karakterini oluşturan temel yapı, ahlâkın klasik lügatlerdeki tasavvur biçimini yansıtmaktadır. Anlaşılacağı gibi, ḫ-l-ḳ’nın ‘yaratma’ anlamı ile ‘yaratılış özellikleri’ anlamı arasında tematik bir benzerlik ve semantik bir bağ vardır; dolayısıyla ‘yaratmadan ‘yaratılış özelliklerine yani ‘ahlâk’a geçişin makul bir temeli bulunmaktadır.
Ḫulḳ bazen doğuştan gelen içsel/güdüsel yeti anlamında, bazen de (doğuştan değil) sonradan kazanılmış halin adı olarak kullanılır ki bu hal sebebiyle insan başka şeyi değil de o şeyi yapmaya eğilimli/yatkın olur. Mizacındaki sertlik nedeniyle öfkeye eğilimli/yatkın olan kimse gibi. Bundan ötürü her hayvan, yaratılışının temelindeki bir huyla (ḫuluḳ) diğerlerinden ayrılır. Aslan için cesaret, kuş için korkaklık ve köpek için sadakat gibi. Görüleceği üzere ahlâk sadece tek tek davranışlar değil, davranışlara kaynaklık eden ve nefiste yerleşmiş bulunan kalıcı ve sürekli psikolojik bir haldir. Davranışlar ahlâkın sonucudur. Bu nedenle de davranışlar, kaynaklandıkları ahlâk itibariyle değer kazanır. Nitekim İmmanuel Kant’ ta ahlâkın kaynağıyla ilgilenmiş, ahlâkın dayanağını vicdan olarak belirlemiştir. Kant'a göre vicdanın emirleri hedef, sebep, sonuç gibi olgularla ilişkili değildir. Vicdan sadece emreder ve o emrettiği için insan bu davranışı sergiler, yani Kant bir anlamda ahlâkı mantıktan tamamen ayırır. Ayrıca Kant'a göre vicdanın emirleri tecrübelerle ortaya çıkmış ve iyi olduğu kanaatine varılmış emirler değildirler. Bunlar insanın özünde insanın ilk ortaya çıkışından beri var olan emirlerdir. Biraz daha açıklarsak, vicdanın emirleri hiçbir şekilde sonuç odaklı değildir. Buradan hareketle ahlâklı olmayı çıkar ilişkisi olmadan, kültürel bir birikimin etkisinden azade, determinist bir yaklaşımdan uzak doğal bir biçimde benimsemeliyiz.
İnsanların birbirlerinin haklarına saygılı olması, birbirlerine karşı ilişkilerinde ölçülü davranması, sorumluluklarını bilmesi gibi şeyler, toplumsal yaşam düzleminde var olan ihtiyaçların giderilmesinin ve yaşanılır bir toplum modelinin oluşmasının şartlarıdır. İnsanlar bu bağlamda ahlâka zorunlu olarak ihtiyaç duyarlar. Neden böyle davranılması gerektiği sorusunun cevabı ise doğruluğun ve sorumluluğun bunu gerektirdiğidir.
Ahlâk "insanları polisliğe sevk eden fakat sorduğunuzda 'örf adet' olarak nitelendirilen ve zamana göre değişmeyen toplumsal, teolojik, ideolojik kuralların bütünü' olarak tanımlanmamalıdır. Zira "yaratılışa uygun bir iyi olma hali" anlamında ahlâk, "zamanla değişmeyen" şartına bağlıdır. Ancak buradaki bağlılık toplumun "her zaman" belli kurallara göre yaşamını sürdürmesi gerekliliğinden doğar. Kuralsızlığın kural haline geldiği ya da kuralsız bir toplum örneği görülmüş değildir. Ahlâk, bütüncül bir değişim görür mü görmez mi bilinmez ama bence uyguladığı yöntemlerde zamanla değişim görebilir. Ben sosyalitenin bir evrim yaşadığı fikrini, benimsemiş biriyim. Ahlâk kabullerinin zamanla bir seçilim yaşayacağını ve güçlü olanların devam ettiğini, güçsüz olanların kaybolacağı ya da dönüşeceği kanaatindeyim. Toplumsal kurallar değiştikçe "karakteristik yapı" elbette yöntemini değiştirebilir, ancak ahlâkın bir amacı varsa, o hiç değişmeyecektir. Yaratılışta var olan bu "karakteristik yapı" bizim yaşama dönük fiillerimizin belirleyicisidir.
Toplumsal bir yaşam formuna muhtaç olan insanın, fiillerini ahlâk üzerine inşa etmelidir. Ruhumuza içkin olan bu yapının hiçbir zaman bozulmayacağı inancı ile…
Av. Asım POYRAZ