Sosyal hayatın içerisinde yüzlerce hatta binlerce hayata tanık oluyor musunuz? Her dinlediğiniz hayattan bir parça geçiyor mu sizlere? Bazı günler bir cümle takılı kalır aklımda. O cümlenin bıraktığı his dolaşır durur ruhumda. İşte tam da böyle bir günde, üzerinden saatler geçmesine rağmen kulaklarımdaydı hala sesi “Çekiçle örsün arasında dövüle dövüle geldik bugünlere” diyordu. Zor geçen bir hayatı mütevazi bir üslupla anlatıyor, kimi zaman gözleri uzaklara dalıp gidiyordu. Ben ise işimi yapıyordum, kalbimde var olduğuna inandığım terazide tartıyordum duyduklarımı, not aldıklarımı… Bir kez iş konuşuyorsak, on kez hayatını konuşuyorduk ve bu beni rahatsız etmiyordu. Severdim; hayat hikayesi dinlemeyi, ödenen bedelleri duymayı ve hiçbir zaman vazgeçmeyen bir insanın hikayesi cesaretlendirirdi beni. Uzun uzun anlattı; yoksul bir evde yapayalnız hayatta kalma mücadelesini, çok muhafazakar bir insanken parayla insan yaralayan bir adama dönüşme hikayesini, bıçakları, silahları, parmağını kaybedişini… Kötülüğe açılan kapıdan geçmeden önce; fabrikada asgari ücretle çalıştığı ancak denk getiremediği günlerde kendisine ekmek dahi vermeyen bakkalı da dinlemiştim, o sırada bakkalda bulunan kızların gülüşmeleri de kulağımdaydı, akrabaların kendisine sahip çıkmadığı da aklımdaydı… “Kötülüğe giden yola beni herkes itti, bakkalın da, bana gülenlerin de, akrabaların da parmağı vardı beni iten o elde.” demişti. Önceleri bu söze temkinli yaklaştım, suçlayıcı gelmişti, kişinin kendi hatalarını görmemek için bahaneyi dış dünyada araması koduyla oluşturulmuş bir cümle olduğunu düşündüm. İrdeleyince fark ettim bazı şeyleri… Çevremizde duyarsız kaldığımız her yardıma muhtaç birey, gerçekten ihtiyacı olan bir kimse veya bir canlı sırf biz o yardım elini uzatmadık diye ölebilir, umutları tükenebilir, kötülüğe giden yola adım atabilir, bir daha toparlanma gücünü kendinde bulamayabilir… Yardım isteyen bir kişinin yardım istediği son kişi olabilirdik...

Bu gerçek hayat hikayesini dinlediğimde, ofisimde bir öğleden sonraydı, hava biraz soğuktu. Her zamanki gibi kahveler yudumlanıyor, telefonlar çalıyor, hayatın hengamesi kaldığı yerden devam ediyordu. Aklıma Gandhi’nin hayatından bir kesit geldi. Hukuk fakültesi mezunu olan Gandhi’nin ilk başlarda mahkeme salonunda savunma yaparken çok heyecanlandığını ve konuşamadığını, salonda bulunan diğer kimselerin Gandhi’ye güldüğünü okumuştum. Bunlara çok üzülen, adeta bunlardan kaçan genç Gandhi’nin bir trende yaşadığı olayları ve aydınlanma sürecini anımsadım. Gandhi; çok uzaklara gitme, kendisine gülen, kendisini dışlayan herkesten kaçma fikri ile bindiği trende vagondaki diğer kimseler tarafından istenmemişti. Görevli onu tek başına başka bir vagona götürmek için geldiğinde itiraz etmeksizin vagonu terk ederse eğer bu adamların kendisinden sonra bir başka siyahiye daha zalimce davranacaklarını, bu gücü ve hakkı onlara kendisinin vereceğini düşünmüştü. Orada kalmayı, onlara itiraz etmeyi seçmişti, sırf o adamlara o gücü ve o cüreti vermemek için… Bir aydınlanma yaşamış, kaçtığı her şeyi büyüttüğünü, yüzleştiği her şeyi ise küçülttüğünü fark etmişti. Mahkeme salonlarında savunma yapamadığı için kendisine gülünen bir adamın milletinin lideri olma yolundaki dönüşümü işte böyle başlamıştı…

Emine NALÇACI